11 Temmuz 2014 Cuma

Doğu Karayipler


Hayatımın Tatili...

“İlk gerçek rüyam” dedi arkadaşım gemiden inince...Gerçekten harika bir seyahat yaptık, herkese tavsiye ederim.  Doğru zamanlama, doğru gemi firması ve doğru bir rota ve doğru arkadaşlar seçtik. Sonuç mükemmeldi. Herşeyi tüm ayrıntılarıyla anlatıcam hiç merak etmeyin.
Öncelikle tam 9 ay önce organize ettik bu gemiyi, o nedenle de hem uçak bileti, hem geminin ücreti olabilecek en uygun rakamlara geldi. Ucuz değil, ama gördüğümüz ülkeler, geçirdiğimiz güzel vakitler, o lüks ve ihtişam için çok çok uygundu. Size de erken rezervasyonu şiddetle öneririm, inanın fiyatlar yarı yarıya farkediyor.
İstanbul-Newyork (THY ile) uçup, Newyork- Porto Rico’nun başkenti St.Juan’a (Blue Jet ile) geldik. Toplamda 14 saat havada kaldık.


Tabi burayı görünce herşeye değdi. Arnavut kaldırımlı sokaklar, rengarenk binalar, hemen her sokaktan duyulan latin ezgileri, genci yaşlısıyla sokaklarda dans eden insanlar, dizi dizi barlar, cafeler, butikler...Karayipler’in bence en güzel adası Porto Rico; aynı zamanda Rom cenneti, Bacardi’nin fabrikası da burada...Hal boyle olunca her türlü romlu kokteyl, özellikle de Mojito içmeye doyamadık.
Karayipler orta Amerika’da Atlas okyanusunda bulunan pek çok adaların ortak ismi olsa da, hepsi ortak bir kültürün üyesi değil. Adada anadil İspanyolca ama hemen herkes İngilizceye de hakim. Ada halkının 1/3’ü  Old St.Juan’da yaşıyor, burası adanın en güzel bölgesi. Burayı tamamen yürüyerek keşfedebilirsiniz, o yuzden tavsiyem mutlaka bu bölgede bir otelde kalmanız. Old St.Juan’ın dışında Isla Verde, Mıramar, Condado ve Puerta de Tierra bölgeleri de vakit kalırsa görülmeye değer. Ama önce Old St.Juan’ı keşfetmek gerek ki biz de öyle yaptık. Otel Milano’da kaldık. Biraz rutubet kokusu dışında konum ve fiyat olarak diğerlerine oranla iyiydi. Old St. Juan’da tavsiyem tepeden başlayıp, denize doğru inerek, vaktiniz varsa hemen her sokağa girip çıkarak gezmeniz. Çünkü her sokağın kendine özgü renkleri, mimarisi, butikleri var.



Biz bir gece Puerto Rico’da kalıp, yol yorgunlugunu atıp, küçük bir ada keşfi yapacak kadar zaman ayırdıktan sonra akşam üstüne doğru tüm ihtişamıyla bizi bekleyen Royal Caribbean’in "Adventure Of the Seas" isimli gemisine yol almaya başladık. Son derece kusursuz bir organizasyon, hızlıca giriş işlemlerimiz yapıldı ve kendimizi bir anda kamaramızda bulduk.


Gemimiz harikulade. Alışveriş caddesi, tiyatro salonu, kumarhane, acık kapalı yüzme havuzu, jakuzisi, spor salonu, restaurant ve cafeleriyle minik bir şehir gibi adeta.
7 gün, 7 gecemiz var bu gemide. Bugün ve yarın gemide, sonrasında her gün başka bir karayip adasındayız. Bugün zaten akşam oldu az sonra giyinip bizim için özel hazırlanmış masamızda yemeğimizi yiyeceğiz. Sonra biraz kumarhanede şansımızı dener ve güvertedeki barlardan birinde oturup, bişeyler içer, müzik dinleriz.
 

 
Gemide ilk sabah; pencereden parıldayan güneşle, masmavi denizin üzerinde uyanmak harika bir duygu. Bütün gün tatlı bir tembellikle ve keyifle geçti. Zengin bir açık büfe kahvaltı, havuz başı keyfi, atari salonu, alışveriş derken gün batmaya başlamıştı bile. Duş ve hazırlanmak derken kendimizi akşam yemeğinde bulduk. Gece dans showunu izledik ve kumarhanede şansımızı tekrar denedik. Ben değil ama arkadaşım çok şanslıydı, rulette hangi sayıya koyduysa kazandı ve sayesinde hepimiz çok eğlendik.
 
BARBADOS
Bridgetown

Resmi dil her ne kadar İngilizce olsa da, kendi aralarında yerel dil kullanıyorlar.
Nüfus: 270.000 civarı, %90 ı Afrika kökenli.
Şeker kamışı, Rum üretimi başlıca geçim kaynakları, fakat bu bizim gemiler  sayesinde özellikle turizm de gittikçe artmakta.
Para birimi; Barbados Doları (BBD$), o da Amerikan dolarının tam iki katına eşittir.
Örneğin 60 BBD = 30 USD


Sabah 8 gibi gözümüzü açtık. Denizin üzerinde olmakla beraber, kıyıya yanaşmıştık. İlk durağımız olan Barbados’u hızlı bir kahvaltının ardından gezmeye koyulduk.
Bridgetown ülkenin başkenti ki buraya yanaştık zaten. İner inmez pek çok tur arabası ve taksiler gezdirmek için hemen pazarlığa oturdular. Tavsiyem 5 dakikalık sıkıcı bir yürüyüş yolunu katedip, şehrin merkezine varmanız ki biz öyle yaptık. National Hereos ya da Trafalgar Meydanı diye adlandırılan şehrin en cıvıl cıvıl bölgesi hemen bu 5 dakikalık yürüyüşün ardından karşımıza çıktı.. Meydanın çevresinde kuzeyde parlamento binası, batıda saat kulesi, doğuda ise senato binası var. Broad Street ve Swan Street alışveriş caddeleri.


Güzel plajlar ve lüks oteller adanın batı sahillerinde...Paynes Bay, Alleynes Bay, Mullins Bay en popüler olanları. O kadar gitmeyelim derseniz, merkeze yakın Pebbles Plajını tercih edin, Carusle körfezinde ve  Malibu’nun da yapıldığı yer.
Bridgetown’un merkezini gezdim, plaja da gittim ama hala vaktim var diyenler için, adanın en çarpıcı yeri Harrison’s Mağarası.


Özellikle doğa, nehir, mağara sevenler için tavsiye ederim. Mağaranın içinde şelale var. Biz taksiyle yaklaşık 30 dakika yol gittikten sonra vardık, taksiciye bizi burda 1 saat bekleyip tekrar gemiye götürmesi için anlaştık. Burda pazarlık kişi başı üzerinden yapılıyor, yanılmıyorsam 4 kişi için 60 USD verdik.
Harrison’s Mağarası giriş 30USD. Yeraltı treni ile 40 dakika mağarayı gezdiren bir tur, önden video gösterisiyle birlikte 1 saati buldu. Tur 09.00-16.00 saatleri  arası yapılıyor.

ST.LUCIA
Castries

Resmi dil İngilizce olmakla beraber burda da Fransızca kökenli yerel bir dil ve Jamaika aksanlı bir İngilizce konuşuluyor.
Nüfus: 150.000 civarı, %85’i saf Afrikalı.
En önemli zirai ürün muz, hindistan cevizi ve kakao, bunun dışında turizm de hatırı sayılır bir geçim kaynağı.
Para birimi: Eastern Karayip Doları (EC$), 1USD = 2,70EC$



Yeşili bol bir adada açtık gözümüzü. Sıkı bir kahvaltı edip, indik gemiden ve heyecanla keşfetmeye koyulduk bu güzel adayı. Başkent Castries’deyiz. Yine iner inmez pek çok taksi yanaştı, ama biz önce kendi başımıza keşfetmek istedik ve limandan şehre doğru yürümeye koyulduk. İsteyenlere gezi turu imkanı da sağlayan minibusler var, hatta gemide de bunu organize edebiliyorsunuz. Rodney Koyundan Sofriere arası; Morigot koyunda duruluyor, sülfür kaplıcaları ve botanik bahçeyi gezdiriyorlar. Ama sabah 9.00 dan akşam üstü 16.00’ya kadar sürmekte.İklim itibariyle oldukça sıcak, o yüzden oldukça ince, rahat giysiler ve ayakkabı tercih edin ve kesinlikle güneş koruyucusuz çıkmayın.
Şehrin en hareketli bölgesi limanın güneydoğusunda, Jeremie ve Peynier Caddeleri...Şehirde Fransız estetiği hakim. Şehrin en çarpıcı yerlerinden biri katedral, mutlaka görmelisiniz.



 İlk defa Hz.İsa ve Meryem Anayı siyahi olarak resmedilmiş olarak gördük.
Yine merkezde rengarenk barakalardan ufak ufak dukkanlar vardı, onların önünden geçerek Pazar yerine vardır. Bildiğimiz halk pazarı, tek farkı tropikal meyvaların çeşitliliği ve hindistan cevizinin bolluğu...Susadıysanız, hemen 1 dolara size bir tane kesip, pipetle hazırlayıp veriyorlar. Ordan hediyelik eşya ve adaya özgü bibloların satıldığı, üstü kapalı bir pazar yerine geldik, çok espirili biblolar aldık. Biraz soluklanmak için kendimizi ilk bulduğumuz cafeye attık desem yalan olur, düzgün ve wifi si olan bir yer olsun diye biraz aradık ama sonunda çok tatlı bir yer bulduk. Bir binanın ikinci katı, üstü kapalı bir teras, yanılmıyorsam adı da “Caribbean Pirates”tı, keyifli bir pub-cafe arası bir yerdi. Orda biraz soluklandıktan sonra bir taksiyle yaptığımız yoğun pazarlıklarla Pigeon Island’a gittik.


Herseyden önce nefis bir kumsal, plajı, iskelesi, kaç poz resim çektik hatırlayamıyorum ama kendimizden geçtik. Güzel bir restaurantı vardı içerde, orda da birşeyler atıştırıp, normalde en tepeye tırmanmamız gerekiyordu, adanın muhteşem manzarasını görebilmek için ama o kadar sıcağa ve yemek üstüne kimsenin gözü yemedi, siz giderseniz yemek öncesi tırmanın.

ANTIGUA
St.John’s

Resmi dil İngilizce, halk kendi arasında da bozuk bir İngilizce konuşuyor.
Nüfus: 80.000 kadar, bunun %90’ı Afrika kökenli.
Turizm başlıca geçim kaynakları. Çalışan nüfusun yarısı geçimini turizmden sağlıyor.
Para birimi: Eastern Caribbean Dolar (EC$), 1USD = 2,70EC$


Gemiden iner inmez rengarenk 2 katlı evler karşıladı bizi. Her biri küçük küçük turistik mağaza, marka gözlüklerden, ünlü ayakkabı ve aksesuar markalarına kadar herseyi bulmak mümkün. Biraz ilerleyip şehrin merkezine doğru ilerledik. Antigua’da 365 adet plaj var. Yani yılın her günü bir tanesine gitsek ancak biter. Tüm Karayipler turunun en güzel plajları bu adada.



Deniz kumu altın sarısı veya beyaz renkli. Bir kaç cadde ve ara sokak gezdikten sonra, plajlarıyla meşhur bu adada hemen şehre en yakın olanlardan birine gittik. Gerçekten çok büyüleyiciydi. Karayiplerde olduğumuzu belki de en cok o kumsalları görünce anladık. Suyun rengi zaten tüm Karayiplerde olduğu gibi turkuaz ve sıcaklığı çok ideal, ne cok soguk ne de havuz suyu gibi sıcak. Plajlar genelde ucretsiz ama, sezlong ve şemsiye 3-4 USD’ye kiralanıyor. Her türlü alkollü alkolsüz içecek, atıştırmalık yemekler bulmak da mümkün bu plajların tesislerinde.


Caribelle batik duvar tablosu, turistler tarafından çok tercih edilmekle beraber, t-shirt ve diğer adaya özgü hediyelikler Thames Mary’s ve Red Cliffe caddelerindeki mağazalarda bulunmakta.
Her ne kadar biz gitmesek de şehrin dışında Dickenson Bay, yüzmek için çok iyi bir nokta ve turistler tarafından en çok tercih edileni.
Nelson’s Dockyard, yatların yanaştığı, adanın en populer yerlerinden biri.

Bütün gün denizin tadını çıkardıktan sonra, gemiye geri dönüp, gece için hazırlandık.
Bu akşam yemeklerine hazırlanış, her gün ayrı bir keyif olmaya başladı.


Masamıza hizmet eden garsonlarımızla iyiden iyiye ahbap olduk, her gün rulet masasında karşılaştığımız kurupiyerimizle sohbet etmek ve artık göz aşinalığımız olan diğer yolcularla selamlaşıp, iki sohbet etmek, barmenle şakalaşmak hepimiz için ayrı bir keyif haline dönüştü. Sanırım gemiden ayrılmak kolay olmayacak. Neyse hala dolu dolu 2 günümüz var ve üstelik yarın ki ada en güzel olanı.

ST.MAARTEN
Philipsburg/Marigot

Diğer adalardan farklı olarak bu ada iki ülke tarafından paylaşılan dünyanın en küçük kara parçası. Bir bölümü Hollandalıların, başkenti Philipsburg, diğer tarafı Fransızların, başkenti Marigot. Bir bölgeden diğerine geçişte durmak gerekmiyor, sadece yol işaretleri belirliyor hangi tarafta olduğumuzu.
Resmi dil: Her ne kadar fransız tarafında Fransızca, Hollanda tarafında da Almanca konuşulsa da, her iki tarafta da İngilizce oldukça yaygın.
Nüfus: 35.000 Fransız, 39.000 Hollanda tarafı olmak üzere toplam 64.000 kişi
Geçim kaynakları sadece turizm.
Amerikan doları her iki bölgede de geçmektedir.



Gemimiz Philipsburg’a yanaştı. İner inmez az ileride water taxi duragını gördük ve binip şehrin merkezine gittik.
Şehrin merkezi mükemmel, en az bir gün sadece burda geçer. Oldukça hareketli ve cıvıl cıvıl. Hard Rock Cafe’den tutun da bir sürü cafe ve restauranta, alışveriş caddelerine sahip. Kumsalında denize de girebilirsiniz, birbirinden güzel dekore edilmiş butik cafelerinde birşeyler de yudumlayabilirsiniz.




 Biz malesef bunların ikisini de yapamadık. Vakit dar ve yapacak çok şey olduğundan, hızlıca bu alışveriş caddelerinde gezinip, bir kaç mağazaya girdik. Sonra bir taksiye atlayıp dünyaca ünlü, üzerinden uçak geçen Sunset Beach Bar’ın yolunu tuttuk. Plajın hemen yanında hava alanı olduğundan, bütün uçaklar inerken bu plajdan geçerken fazlaca alçalmış oluyor ve inanılmaz güzel fotograf kareleri çıkıyor. Biz de oldukça keyif aldık ve resim çekmeye doyamadık. Burdan çıkıp, yine buranın çok populer plajlarından Orient Beach’e gittik. Buranın kumu da denizi de muhteşemdi. Ama buranın populeritesi sadece, deniz, kum güzelliğinde değil, bu plajın bir kısmı tamamen çıplaklara ayrılmış vaziyette. Evet yanlış duymadınız üstsüz falan değil, tamamen çıplak olarak denize girip, kumsalda güneşlenmek isteyenler için özel olarak ayrılmış. Hayır biz o kadar cesur değildik, diğer tarafta bikinilerimizle güneşlendik. Çok çok güzel bir ada...Ilk defa zaman yetmedi. Vakit doldu, bu adadan hiç ayrılmamış olmayı dileyerek, taksimize binip, Fransız tarafını da gezerek gemimize geri döndük.


ST.CROIX VIRGIN ISLANDS
Charlotte Amalie

Resmi dil: İngilizce olmakla beraber az da olsa İspanyolca ve Fransızca da konuşulmakta.
Nüfus: Yaklaşık 110.000, bunun %76 ‘sı siyahtır.
Turizm en büyük geçim kaynağı olmakla birlikte, ülkede üretim sektörü; petrol rafineri işlemleri, rom ayrıştırma, tekstil, elektronik eşya, tıbbi ürünler ve saat üretimi sektörlerini içermektedir.
Amerikan doları kullanılmaktadır.

Frederiksted Gemimizin yanaştığı liman bölgesinden , merkeze doğru yürüdük, Market Street ve Queen street güya hareketli caddeleri, ancak oldukça sıradan ve cansızdı. Havanın sıcaklığına daha fazla dayanamadan, gayet yürüme mesafesinde bulunan ilk plajdan başladık yürümeye. Yanyana irili ufaklı pek çok tesisten, en çok hoşumuza gideni seçip, yerleştik. Ta ki akşam üstü gemimiz hareket edene kadar doyasıya kumsalın ve denizin tadını çıkardık.


Gemide son akşam yemeğimizi yerken hepimiz oldukça hüzünlüydük. Garsonlarımızla hatıra fotoğrafı çektirip, vedalaşırken hepimiz oldukça duygusallaşmıştık. Bir hafta gibi kısa bir sürede böylesine bizi etkileyen tüm mürettebat ve sayelerinde geçirdiğimiz mükemmel yolculuğumuzun sonunda bavullarımızla yeniden Porto Ricco’ya ayak bastık.


PUERTO RICO
San Juan

Aslında iki dil çatışması var. Halkın çoğu İspanyolca konuşmasına karşı 1993’den bu yana İngilizce’yi resmi dil kabul etmişler.
Nüfus: 4 milyon. Büyüme hızı çok yüksek. Son 50 yılda ikiye katlanmış.
Ram üretiminde lider. 450 yıllık bir Amerika sömürgesi olduğu için koloniyel bir ekonomi var. Amerika’nın elinin değmesiyle ekonomisi oldukça güçlenmiş durumda. Turizmden ziyade balıkçılık ve servis sektöründen geçinmekte.
Para birimi, Amerikan Doları.

Arnavut kaldırımlı sokakları, pastel renkli koloniyel binaları, demir ferforje balkonlu evleri, avluları ile enfes güzellikte restaurantları, barları, mağazaları ve müzeleriyle bir kere daha Puerto Rico...Bu bölge Unesco tarafından dünyada kültür mirası olarak seçilen yerlerden biri. Biz tam da bu bölgede yani gemiye binmeden önceki gecemizde kaldığımız Hotel Milano’da kaldık. Bölgeyi 3-3,5 saat içinde yürüyerek gezdik.
Salsa adadaki en populer müzik türü. Yürürken mutlaka bir yerlerden kulağınza takılacaktır, hatta sokak ortasında dans edenleri görürseniz de şaşırmayın. Dünyaca ünlü Ricky Martin de unutmayın ki bu adalıdır. Katma değer vergisinin olmaması, alışverişi cazip kılmakta.
Şimdi Hotel Milano’dan başlayarak yaptığımız yürüyüşte gördüklerimizi paylaşayım sizinle;
No 83 La Casita: (küçük ev) Kırmızı kiremitli, minyatür, pembe klasik bir bina, bu gün turizm information olarak kullanılıyor. Broşür ve harita almak mümkün, hafta sonları burada elişi pazarı kuruluyor.
Paseo Dela Prıncesa üzerinde, gölge veren ağaçlar, heykeller, çeşmeler, yiyecek ve içecek satan sokak satıcıları, tam bir piyasa yeri.  Taşıta kapalı yürüyüş yolunda sokak müzisyenlerine rastlamak mümkün.
No 82 La Aduana: (Gümrük binası) Büyük pembe gümrük binası solda.
No 81 El Arsenal: Eski ispanyol askeri kışlası, savaş kaybedilince Amerikalılar’a geçti, bugün kültür enstitüsü olarak kullanılıyor. 3 galeride muhtelif sergiler açılıyor.
Geriye dönüyoruz; Paseo Dela Prıncesa boyu yürüyoruz.
No 75 La Prıncesa: Eski hapishane, bugün turizm information ofisi ve sanat galerisi, öndeki bronz heykel 1946’dan 1968’e kadar valilik yapan Dona Felisa Gautier’e ait.
No 74 Raıces Fountaın&La Muralla: Çeşme ve surlar 1700’lerin sonlarında ispanyollar tarafından yapıldı.
No 32 Puerta De San Juan: 1630’lardan kalma, şehrin 5 kapısından biri. Bugün 3 kapı kalmış durumda, bu masif ahşap kapı dışarıya karşı her gece kapatılırdı.
No 73 La Fortaleza: Kapıdan geçip sağa dönünce Recinto Oeste caddesine geliyoruz. Dar sokakta merdivenle tırmanıyoruz, demir kapı  La Fortaleza (cumartesi pazar kapalı). İçeride orjinal bir sur daha var, ilk yerleşimcilerin 1533 yılında yaptıkları. Saat başlarında ingilizce ücretsiz rehberli tur var, bahçeyi, topları ve bir de şapeli gezdiriyorlar.
No 33 Museo Felısa Rıncon De Gautıer: Neo klasik bir bina, eski vali konağı, bugün müze olarak kullanılıyor. 1940-1960 arası dökümanları var. Hafta sonları kapalı.
No 31 Plazuela De La Rogatıva: Güzel manzarası var, heykel San Juan Bişopun’a ait 3 tane fenerli kadın.
Kuzey batıya doğru yürüyünce el morre koruluğu ve .....
No 29 Casa Rosa: Pembe bina 19.yüzyıl ispanyol kışlası, bugün devlet çalışanları için kullanılıyor.
No 1 Polvorın De Sta Elena: Sağda bacaları görünen powder magazin 19. yüzyıldan, ziyatere kapalı
Haritanın kuzey batı ucunda;
Fuerte San Felipe Del Morro: Dramatik duruşu ile mimarisiyle, atlantik okyanusundan San Juan koyuna giriş noktasında etkileyici surlar, hergün açık, giriş $2,00. 1539’dan kalma dünyanın en eski ispanyol kalesi, içinde küçük bir de askeri müze var.
No 2 Escuela De Artes Plastıcas: Güzel sanatlar akademisi gri ve beyaz renkli kırmızı kiremitli, güzel neo klasik yapı. Binanın solundaki avludan El Morronun manzarası var, bir de cafesi.
No 3 Instıtuto De Cultura Puertorıco Ena: Çok güzel restore edilmiş 19. yüzyıl binası, 1950’den beri kültürel çalışmalar yapılıyor, muhtelif sergiler tertipleniyor.
No 5 Parque De Beneficencia: (poor house park) Çeşmeli şirin bir park, haftasonu öğleden sonraları patencilerin uğrak yeri.
No 4 Casa Blanca: (beyaz ev) Demir kapılı, girişli 250 yıllık yapı, bahçedeki sedir ağaçları ve çeşmeler zinciriyle çok hoş. 1521’ de Ponce de Leon’un damadı yaptırıyor. Binayı gezmek isterseniz $2,00 kişi başı, bahçe ücretsiz gezilebiliyor.
No 6 Cuartel De Ballaja & Museo De Las Amerıcas: İspanyol askerlerinin aileleriyle kaldıkları askeri kışla burası,  girişi ücretsiz, kültrel gelişmeleri sergileyen bir müze olarak kullanılıyor, gezecek olursanız Santos kolleksiyonunu görmeniz özellikle tavsiye ediliyor.
No 7 Plaza Del Quinto Centenarıo: (Quincentennial Plaza) 1992’de, 10 milyondolardan fazla bir harcama ile yapıldı bu meydan ve Colomb’un bu bölgeye ziyaretinin 100. yılı münasebetiyle bu meydandan harika San Juan koyu ve Atlantik okyanusu manzarası görülüyor.
Cementerıo De San Juan: İlk yerleşimcilerin mezarlığı içinde neo klasik bir de şapel var. 1934 de Puerto Rico’nun bağımsızlığı için çalışan Harward Universiteli kimya mühendisi, avukat ve politikacı Albizu-Campos’un mezarı da en çok ziyaret edileni.
No 10 Plaza De San Jose: Bu küçük arnavut kaldırımı meydanda Juan Ponce De Leon’un heykeli var. Bu meydan eski şehrin en yüksek noktası. Etrafta özellikle Calle San Sebastian ve onu kesen Calle Del Cristo, çevresinde ise bir çok restaurant ve cafe ile bezeli. Öğle yemeği için iyi bir seçim olabilir.
No 9 Iglesıa De San Jose: Amerika’nın ikinci  en eski kilisesi, 1523’de dominikliler tarafından yaptırılıyor. Gotik tavanlar müthiş, bir de içinde şapel var. Virgin of Bethlehem heykelini görmek gerek. Cumartesileri  8.00-13.00 arası, Pazarları  8.00-12.15 arası açık.
No 8 Convento De Los Domınıcos: 16.yüzyıldan kalma bu dominik yapı önce İspanyol, sonra Amerikalı askerlerin kışlası olmuş, bugün ise kültür enstitüsü, zaman zaman müzik konserleri düzenleniyor. Pazartesiden Cumartesi dahil 9.00-17.00 arası açık.
No 15 Museo De Casals: Adından da belli olacağı gibi dünyanın en ünlü Cellisti  Pablo Casals’ın evi. Anne tarafından Porto Ricolu, baba tarafından Katalan olan ünlü Cellist. 1956’da buradan İspanya’daki Franco rejimine prostestolarda bulundu, müze tamamen onun hayatı ve eserleriyle alakalı, cumartesi günü 17.00’ye kadar açık.
No 14 Casa De Los Contrafuertes: (house of buttresses) Bu meydandaki son tarihi atraksiyon, giriş ücretsiz. 18.yüzyıldan kalma, adanın en eski koloniyel evi. Bugün Museo de Nos Raıze Afrıcanas adıyla anılıyor, adadaki batı afrikalı köklerle ilgili, mask, enstrüman, heykel, dökümanlar vs.
No 16 Museo De Arte E Hıstorıa De San Juan: (sanat tarihi müzesi) Eski çarşı binası.
Bugün müze,  Cumartesi 17.00’ye kadar açık, giriş ücretsiz.
La Perla: İnci demek, adanın incisi anlamındaki bu bölge güzel pastel renkli evlerle bezeli, atlantik kıyısı ve surlar boyu gidiyor, belki de adanın en güzel yeri
Fuerto San Crıstobal: 27 dönümlük bir alanda bu tarihi kale, köprüler, tüneller 6 geçit noktası var. 1634’te yapımına başlanıyor ve 100 yıl sürüyor. İçinde bir de küçük müze var, giriş $2,_ Eğer önceden El Morro’yu gezdiyseniz aynı bilet burada da geçerli oluyor, yeni bir bilet almaya gerek yok. Hergün 9.00-17.00 arası açık.
Plaza De Colon: (Colomb meydanı) Hava alanından gelişte şehre bu noktadan giriliyor.
50&51 El Casıno&Teatro Tapıa: Eski sosyete kulübü, bu neoklasik yapı, 19. yüzyıl’dan kalma dans kulübü.  Bugün vilayet binası gibi kullanılıyor.
Plaza De Armas
Bu cadde şehrin en yoğun caddesi. Cadde boyu, muhtelif mağazalar var. Şehrin merkez meydanına gelince, etrafta açık hava kafeleri, sokak müzisyenleri hoş bir hava veriyor.
No 39 Intendencıa: İdari bina
No 40 Dıputacıon: Delegasyon binası, meydana şıklık veren binalar bunlar.
No 24 Museo Del Indıo: İlk yerleşimci yerli halkla ilgili bu müze, giriş ücretsiz, cumartesi 16.30’da kapanıyor, pazar kapalı, müze binası çok küçük.
Catedral De San Juan: Dünyada bütün İspanyol kolonilerinde daima bu tarz İspanyol yapısı katedral mutlaka var. Her gün 8.00-16.00 arası açık. 1521 yapımı, gotik tavanları muhteşem. St. Pion’un ölü bedeni katedralin en çok ziyaret edilen bölümü, özellikle cumartesileri öğleden sonraları yeni evlilerin ziyaret yerleri.
No 34 Museo Del Nıno: (çocuk müzesi) Katedralin karşısında pembe ve yeşil bina, içeriyi gezmek bence gereksiz.
No 72 Parque De Las Palomas: (güvercin parkı) Buradan San Juan koyunun manzarası çok güzel.
No 76 Capılla Del Crısto: Küçük bir çapel,  sadece Salıları açık.
No 70 Casa Del Libro: Kütüphane binası; bir küçük müze gibi 5000 kitap ve tekst var. 2000 yıl geçmişe kadar dayanıyor, tatil günleri kapalı.
No 78 Casa De Ramon Power Y Gıralt: Yürüyüş turumuzun son noktası. 18. yüzyıl yapımı ev, bir zamanlar adliye binası olarak kullanılmış, bugün galeri olarak kullanılıyor.

Seyahatimizin sonunda 2 gunluk Newyork seruvenimiz var, fakat onu buraya sıkıştırmak istemediğim için, onu başka bir yazımda anlatıcam, sadece bu sıcak iklimden karlar altına inmek oldukça sarsıcı ama bir o kadar da enerjikti.


Gemide Merak edilenler ve Bilmeniz Gerekenler;

-Karayiplerde gemi sezonu için en uygun zaman Aralık-Nisan aylarıdır. Hatta Marttan geçe kalmamak daha garantidir. İklim itibariyle fırtına ve yağmura yakalanmak oldukça can sıkıcı olabilir.

-Gemide yemekler ücretsiz (özel bir kaç restaurant hariç), oldukça zengin bir açık büfe ve nerdeyse 7/24 açık, daima güncellenen çeşitler var.

-Bir de sabah ve akşam yemekleri için rezerveli masalarınızda, her gün değişen menu alternatifleriyle, garsonların servis ettiği, şık bir restaurantınız var. Burada belli bir kıyafet disiplini var, örneğin plaj terleği ya da şortla giremiyorsunuz.

-Gemiye ilk bindiğiniz gün benden size tavsiye hemen ilk iş o rezerveli restauranta gidip, masanızın yerini ve kimlerle oturacağınıza bir bakın. Eğer beğenmezseniz, başında müdahale çok önemli, genelde değiştiriyorlar. Ya da örneğin arkadaş grubunuzla geldiniz ve siz farklı, onlar farklı masada oturuyorlar, rica edip aynı masada oturmak istediğinizi belirtebilirsiniz, mutlaka yardımcı olacaklardır. Ancak dediğim gibi bunu ilk gün, akşam yemeği organizasyonundan önce halletmeniz gerekmekte, yoksa bütün bir hafta geminin en zevkli bölümlerinden biri olan akşam yemeklerini, arkadaşlarınız yerine, hiç tanımadığınız birileriyle paylaşabilirsiniz, ya da konumundan memnun olmayacağınız bir masada oturuyor olabilirsiniz.

-Alkollu içkiler, kola, soda gibi gazlı içecekler ekstraya giriyor. Ama makul fiyatlar. Onun dışında su, limonata, ice tea, çay ve kahve ücretsiz ve sınırsız.

-Belli özel alanlar dışında gemide sigara içmek kesinlikle yasak. Bizim balkonlu odalarımız olduğu halde, balkonda içmek yasaklanmıştı, ama laf aramızda biz biraz deldik o kuralı.

-Güvertede havuz kenarında hiç farkında olmadan güneşin kavuruculuğunda yanabilir ve ruzgarın etkisiyle bu ekvator güneşinden etkilenmediğinizi düşünebilirsiniz. Akşama da herşey çok geç olmuş, bir ıstakoz kıvamında kızarmış olabilirsiniz. Mutlaka korunun ya da güneş koruyucusu alın.

-Gemiye girişinizde tüm eşyalarınız ve siz x-rayden geçeceksiniz. Gemiye binerken yanınızda alkol var ise; el konuyor ve ta ki gemiden ininceye kadar sizin için saklanıyor. Ancak çok kalın poşetlere ve kıyafetlere sararsanız bazen farketmeyebiliyorlar. Denemeye değer bence, eğer ki balkonlu odanız varsa, çok keyifli oluyor.

-Gemide pasaport ve paranızı mutlaka odadaki kasalara koyun, zaten giriş esnasında size verilen gemi kartları, hem kamaranızın anahtarı, hem kimliğiniz hem de kredi kartınız yerine geçmekte. Bu nedenle de kaybetmemeye gayret edin. Özellikle gemiden iniş ve binişlerde o kart olmadan ne binebilir ne de inebilirsiniz.

-Adalara indiğinizde muhakkak geminin o adadan ayrışıl saatini çok iyi öğrenin ve kendinizi en az 30 dakika önce gemiye binecek şekilde ayarlayın, o saatten geç kaldığınız takdirde, gemi sizi beklemeden kalkacaktır.

- Her adaya inişte mayolarınızı içinize giymiş olmanızı tavsiye ederim zira her plajda kabin bulunmuyor.

 Bavulumuzun olmazsa olmazları:

- Gemide 2 özel gece var, biri kaptanın hoşgeldin gecesi, diğeri de veda gecesi. Bu iki gece de erkekler için smokin ya da en azından kravat ve takım elbise zorunlu, kadınlar için de tuvalet ya da abiye elbise. İsterseniz bu gecelere katılmayıp, geminin ust katındaki self servis restaurantında yemek de yiyebilirsiniz. Ancak ben katılmanızı öneririm zira eğlenceli oluyor. O nedenle mutlaka bavulunuza o gecelere uygun kostumlerinizi koymayı untumayın.

- Mayo, bikini, plaj terliği, güneş koruyucusu mutlaka alın. Havlu almanız şart değil, hijyen konusunda çok takıntınız yoksa gemi size isteğiniz doğrultusunda havlu veriyor. Ama İndiğiniz adalarda şezlonga bişey sermeden oturamayanlardansanız, en azından birer peştemal alın derim.

-Gemide Amerikan pirizi var ama volt 220 oldugundan, sadece uygun priz adaptörünü almanız yeterli.

-Fotoğraf makinası ya da kamera almanızda yarar var, bu kadar güzelliği görüntülerken, sadece cep telefonu kamerası yeterli gelmeyebilir.

-Genelde yürüyüş yapacağınızı varsayarak, rahat kıyafetler; şort, t-shirt ve spor ayakkabı ya da yürümekte zorlanmayacağınız terlikleri öneririm.

-Gemide sadece 2 özel gece var ama diğer gecelerde de şortla ya da terlikle yemek salonuna alınmadığı için, akşam yemekleri için daha formal kıyafetler almanızı öneririm. Tatile geldik hiç uğraşamam diyenler, oraya gittiklerinde, çogunlugun özendiğini görünce pişman olabiliyorlar ama yine de elbette tercih sizin. Kendi adıma; bütün gün şort, mayo, terlik salaşlığından sonra akşam üstü odama gelip, duş yapıp, süslenip püslenmek  hoşuma gidiyordu ve grupça buna çok özen gösterdik.

-Tabi bu bavul hazırlanırken genelde yurdumuzda ağır kış şartları yaşanmakta olduğundan, o yazlık kafasına geçmek kolay olmuyor, sizi çok iyi anlıyorum.

-Yapacağınız küçük alışverişleri de hesabederek cok dolu bir bavul yapmayın, tatilden alacaklarınızı düşünerek yer bırakın.

-Geminin her yerinde klimalar çalıştığı için mutlaka her giysinizle uyacak bir şal atmanızı öneririm.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder