11 Temmuz 2014 Cuma

Doğu Karayipler


Hayatımın Tatili...

“İlk gerçek rüyam” dedi arkadaşım gemiden inince...Gerçekten harika bir seyahat yaptık, herkese tavsiye ederim.  Doğru zamanlama, doğru gemi firması ve doğru bir rota ve doğru arkadaşlar seçtik. Sonuç mükemmeldi. Herşeyi tüm ayrıntılarıyla anlatıcam hiç merak etmeyin.
Öncelikle tam 9 ay önce organize ettik bu gemiyi, o nedenle de hem uçak bileti, hem geminin ücreti olabilecek en uygun rakamlara geldi. Ucuz değil, ama gördüğümüz ülkeler, geçirdiğimiz güzel vakitler, o lüks ve ihtişam için çok çok uygundu. Size de erken rezervasyonu şiddetle öneririm, inanın fiyatlar yarı yarıya farkediyor.
İstanbul-Newyork (THY ile) uçup, Newyork- Porto Rico’nun başkenti St.Juan’a (Blue Jet ile) geldik. Toplamda 14 saat havada kaldık.


Tabi burayı görünce herşeye değdi. Arnavut kaldırımlı sokaklar, rengarenk binalar, hemen her sokaktan duyulan latin ezgileri, genci yaşlısıyla sokaklarda dans eden insanlar, dizi dizi barlar, cafeler, butikler...Karayipler’in bence en güzel adası Porto Rico; aynı zamanda Rom cenneti, Bacardi’nin fabrikası da burada...Hal boyle olunca her türlü romlu kokteyl, özellikle de Mojito içmeye doyamadık.
Karayipler orta Amerika’da Atlas okyanusunda bulunan pek çok adaların ortak ismi olsa da, hepsi ortak bir kültürün üyesi değil. Adada anadil İspanyolca ama hemen herkes İngilizceye de hakim. Ada halkının 1/3’ü  Old St.Juan’da yaşıyor, burası adanın en güzel bölgesi. Burayı tamamen yürüyerek keşfedebilirsiniz, o yuzden tavsiyem mutlaka bu bölgede bir otelde kalmanız. Old St.Juan’ın dışında Isla Verde, Mıramar, Condado ve Puerta de Tierra bölgeleri de vakit kalırsa görülmeye değer. Ama önce Old St.Juan’ı keşfetmek gerek ki biz de öyle yaptık. Otel Milano’da kaldık. Biraz rutubet kokusu dışında konum ve fiyat olarak diğerlerine oranla iyiydi. Old St. Juan’da tavsiyem tepeden başlayıp, denize doğru inerek, vaktiniz varsa hemen her sokağa girip çıkarak gezmeniz. Çünkü her sokağın kendine özgü renkleri, mimarisi, butikleri var.



Biz bir gece Puerto Rico’da kalıp, yol yorgunlugunu atıp, küçük bir ada keşfi yapacak kadar zaman ayırdıktan sonra akşam üstüne doğru tüm ihtişamıyla bizi bekleyen Royal Caribbean’in "Adventure Of the Seas" isimli gemisine yol almaya başladık. Son derece kusursuz bir organizasyon, hızlıca giriş işlemlerimiz yapıldı ve kendimizi bir anda kamaramızda bulduk.


Gemimiz harikulade. Alışveriş caddesi, tiyatro salonu, kumarhane, acık kapalı yüzme havuzu, jakuzisi, spor salonu, restaurant ve cafeleriyle minik bir şehir gibi adeta.
7 gün, 7 gecemiz var bu gemide. Bugün ve yarın gemide, sonrasında her gün başka bir karayip adasındayız. Bugün zaten akşam oldu az sonra giyinip bizim için özel hazırlanmış masamızda yemeğimizi yiyeceğiz. Sonra biraz kumarhanede şansımızı dener ve güvertedeki barlardan birinde oturup, bişeyler içer, müzik dinleriz.
 

 
Gemide ilk sabah; pencereden parıldayan güneşle, masmavi denizin üzerinde uyanmak harika bir duygu. Bütün gün tatlı bir tembellikle ve keyifle geçti. Zengin bir açık büfe kahvaltı, havuz başı keyfi, atari salonu, alışveriş derken gün batmaya başlamıştı bile. Duş ve hazırlanmak derken kendimizi akşam yemeğinde bulduk. Gece dans showunu izledik ve kumarhanede şansımızı tekrar denedik. Ben değil ama arkadaşım çok şanslıydı, rulette hangi sayıya koyduysa kazandı ve sayesinde hepimiz çok eğlendik.
 
BARBADOS
Bridgetown

Resmi dil her ne kadar İngilizce olsa da, kendi aralarında yerel dil kullanıyorlar.
Nüfus: 270.000 civarı, %90 ı Afrika kökenli.
Şeker kamışı, Rum üretimi başlıca geçim kaynakları, fakat bu bizim gemiler  sayesinde özellikle turizm de gittikçe artmakta.
Para birimi; Barbados Doları (BBD$), o da Amerikan dolarının tam iki katına eşittir.
Örneğin 60 BBD = 30 USD


Sabah 8 gibi gözümüzü açtık. Denizin üzerinde olmakla beraber, kıyıya yanaşmıştık. İlk durağımız olan Barbados’u hızlı bir kahvaltının ardından gezmeye koyulduk.
Bridgetown ülkenin başkenti ki buraya yanaştık zaten. İner inmez pek çok tur arabası ve taksiler gezdirmek için hemen pazarlığa oturdular. Tavsiyem 5 dakikalık sıkıcı bir yürüyüş yolunu katedip, şehrin merkezine varmanız ki biz öyle yaptık. National Hereos ya da Trafalgar Meydanı diye adlandırılan şehrin en cıvıl cıvıl bölgesi hemen bu 5 dakikalık yürüyüşün ardından karşımıza çıktı.. Meydanın çevresinde kuzeyde parlamento binası, batıda saat kulesi, doğuda ise senato binası var. Broad Street ve Swan Street alışveriş caddeleri.


Güzel plajlar ve lüks oteller adanın batı sahillerinde...Paynes Bay, Alleynes Bay, Mullins Bay en popüler olanları. O kadar gitmeyelim derseniz, merkeze yakın Pebbles Plajını tercih edin, Carusle körfezinde ve  Malibu’nun da yapıldığı yer.
Bridgetown’un merkezini gezdim, plaja da gittim ama hala vaktim var diyenler için, adanın en çarpıcı yeri Harrison’s Mağarası.


Özellikle doğa, nehir, mağara sevenler için tavsiye ederim. Mağaranın içinde şelale var. Biz taksiyle yaklaşık 30 dakika yol gittikten sonra vardık, taksiciye bizi burda 1 saat bekleyip tekrar gemiye götürmesi için anlaştık. Burda pazarlık kişi başı üzerinden yapılıyor, yanılmıyorsam 4 kişi için 60 USD verdik.
Harrison’s Mağarası giriş 30USD. Yeraltı treni ile 40 dakika mağarayı gezdiren bir tur, önden video gösterisiyle birlikte 1 saati buldu. Tur 09.00-16.00 saatleri  arası yapılıyor.

ST.LUCIA
Castries

Resmi dil İngilizce olmakla beraber burda da Fransızca kökenli yerel bir dil ve Jamaika aksanlı bir İngilizce konuşuluyor.
Nüfus: 150.000 civarı, %85’i saf Afrikalı.
En önemli zirai ürün muz, hindistan cevizi ve kakao, bunun dışında turizm de hatırı sayılır bir geçim kaynağı.
Para birimi: Eastern Karayip Doları (EC$), 1USD = 2,70EC$



Yeşili bol bir adada açtık gözümüzü. Sıkı bir kahvaltı edip, indik gemiden ve heyecanla keşfetmeye koyulduk bu güzel adayı. Başkent Castries’deyiz. Yine iner inmez pek çok taksi yanaştı, ama biz önce kendi başımıza keşfetmek istedik ve limandan şehre doğru yürümeye koyulduk. İsteyenlere gezi turu imkanı da sağlayan minibusler var, hatta gemide de bunu organize edebiliyorsunuz. Rodney Koyundan Sofriere arası; Morigot koyunda duruluyor, sülfür kaplıcaları ve botanik bahçeyi gezdiriyorlar. Ama sabah 9.00 dan akşam üstü 16.00’ya kadar sürmekte.İklim itibariyle oldukça sıcak, o yüzden oldukça ince, rahat giysiler ve ayakkabı tercih edin ve kesinlikle güneş koruyucusuz çıkmayın.
Şehrin en hareketli bölgesi limanın güneydoğusunda, Jeremie ve Peynier Caddeleri...Şehirde Fransız estetiği hakim. Şehrin en çarpıcı yerlerinden biri katedral, mutlaka görmelisiniz.



 İlk defa Hz.İsa ve Meryem Anayı siyahi olarak resmedilmiş olarak gördük.
Yine merkezde rengarenk barakalardan ufak ufak dukkanlar vardı, onların önünden geçerek Pazar yerine vardır. Bildiğimiz halk pazarı, tek farkı tropikal meyvaların çeşitliliği ve hindistan cevizinin bolluğu...Susadıysanız, hemen 1 dolara size bir tane kesip, pipetle hazırlayıp veriyorlar. Ordan hediyelik eşya ve adaya özgü bibloların satıldığı, üstü kapalı bir pazar yerine geldik, çok espirili biblolar aldık. Biraz soluklanmak için kendimizi ilk bulduğumuz cafeye attık desem yalan olur, düzgün ve wifi si olan bir yer olsun diye biraz aradık ama sonunda çok tatlı bir yer bulduk. Bir binanın ikinci katı, üstü kapalı bir teras, yanılmıyorsam adı da “Caribbean Pirates”tı, keyifli bir pub-cafe arası bir yerdi. Orda biraz soluklandıktan sonra bir taksiyle yaptığımız yoğun pazarlıklarla Pigeon Island’a gittik.


Herseyden önce nefis bir kumsal, plajı, iskelesi, kaç poz resim çektik hatırlayamıyorum ama kendimizden geçtik. Güzel bir restaurantı vardı içerde, orda da birşeyler atıştırıp, normalde en tepeye tırmanmamız gerekiyordu, adanın muhteşem manzarasını görebilmek için ama o kadar sıcağa ve yemek üstüne kimsenin gözü yemedi, siz giderseniz yemek öncesi tırmanın.

ANTIGUA
St.John’s

Resmi dil İngilizce, halk kendi arasında da bozuk bir İngilizce konuşuyor.
Nüfus: 80.000 kadar, bunun %90’ı Afrika kökenli.
Turizm başlıca geçim kaynakları. Çalışan nüfusun yarısı geçimini turizmden sağlıyor.
Para birimi: Eastern Caribbean Dolar (EC$), 1USD = 2,70EC$


Gemiden iner inmez rengarenk 2 katlı evler karşıladı bizi. Her biri küçük küçük turistik mağaza, marka gözlüklerden, ünlü ayakkabı ve aksesuar markalarına kadar herseyi bulmak mümkün. Biraz ilerleyip şehrin merkezine doğru ilerledik. Antigua’da 365 adet plaj var. Yani yılın her günü bir tanesine gitsek ancak biter. Tüm Karayipler turunun en güzel plajları bu adada.



Deniz kumu altın sarısı veya beyaz renkli. Bir kaç cadde ve ara sokak gezdikten sonra, plajlarıyla meşhur bu adada hemen şehre en yakın olanlardan birine gittik. Gerçekten çok büyüleyiciydi. Karayiplerde olduğumuzu belki de en cok o kumsalları görünce anladık. Suyun rengi zaten tüm Karayiplerde olduğu gibi turkuaz ve sıcaklığı çok ideal, ne cok soguk ne de havuz suyu gibi sıcak. Plajlar genelde ucretsiz ama, sezlong ve şemsiye 3-4 USD’ye kiralanıyor. Her türlü alkollü alkolsüz içecek, atıştırmalık yemekler bulmak da mümkün bu plajların tesislerinde.


Caribelle batik duvar tablosu, turistler tarafından çok tercih edilmekle beraber, t-shirt ve diğer adaya özgü hediyelikler Thames Mary’s ve Red Cliffe caddelerindeki mağazalarda bulunmakta.
Her ne kadar biz gitmesek de şehrin dışında Dickenson Bay, yüzmek için çok iyi bir nokta ve turistler tarafından en çok tercih edileni.
Nelson’s Dockyard, yatların yanaştığı, adanın en populer yerlerinden biri.

Bütün gün denizin tadını çıkardıktan sonra, gemiye geri dönüp, gece için hazırlandık.
Bu akşam yemeklerine hazırlanış, her gün ayrı bir keyif olmaya başladı.


Masamıza hizmet eden garsonlarımızla iyiden iyiye ahbap olduk, her gün rulet masasında karşılaştığımız kurupiyerimizle sohbet etmek ve artık göz aşinalığımız olan diğer yolcularla selamlaşıp, iki sohbet etmek, barmenle şakalaşmak hepimiz için ayrı bir keyif haline dönüştü. Sanırım gemiden ayrılmak kolay olmayacak. Neyse hala dolu dolu 2 günümüz var ve üstelik yarın ki ada en güzel olanı.

ST.MAARTEN
Philipsburg/Marigot

Diğer adalardan farklı olarak bu ada iki ülke tarafından paylaşılan dünyanın en küçük kara parçası. Bir bölümü Hollandalıların, başkenti Philipsburg, diğer tarafı Fransızların, başkenti Marigot. Bir bölgeden diğerine geçişte durmak gerekmiyor, sadece yol işaretleri belirliyor hangi tarafta olduğumuzu.
Resmi dil: Her ne kadar fransız tarafında Fransızca, Hollanda tarafında da Almanca konuşulsa da, her iki tarafta da İngilizce oldukça yaygın.
Nüfus: 35.000 Fransız, 39.000 Hollanda tarafı olmak üzere toplam 64.000 kişi
Geçim kaynakları sadece turizm.
Amerikan doları her iki bölgede de geçmektedir.



Gemimiz Philipsburg’a yanaştı. İner inmez az ileride water taxi duragını gördük ve binip şehrin merkezine gittik.
Şehrin merkezi mükemmel, en az bir gün sadece burda geçer. Oldukça hareketli ve cıvıl cıvıl. Hard Rock Cafe’den tutun da bir sürü cafe ve restauranta, alışveriş caddelerine sahip. Kumsalında denize de girebilirsiniz, birbirinden güzel dekore edilmiş butik cafelerinde birşeyler de yudumlayabilirsiniz.




 Biz malesef bunların ikisini de yapamadık. Vakit dar ve yapacak çok şey olduğundan, hızlıca bu alışveriş caddelerinde gezinip, bir kaç mağazaya girdik. Sonra bir taksiye atlayıp dünyaca ünlü, üzerinden uçak geçen Sunset Beach Bar’ın yolunu tuttuk. Plajın hemen yanında hava alanı olduğundan, bütün uçaklar inerken bu plajdan geçerken fazlaca alçalmış oluyor ve inanılmaz güzel fotograf kareleri çıkıyor. Biz de oldukça keyif aldık ve resim çekmeye doyamadık. Burdan çıkıp, yine buranın çok populer plajlarından Orient Beach’e gittik. Buranın kumu da denizi de muhteşemdi. Ama buranın populeritesi sadece, deniz, kum güzelliğinde değil, bu plajın bir kısmı tamamen çıplaklara ayrılmış vaziyette. Evet yanlış duymadınız üstsüz falan değil, tamamen çıplak olarak denize girip, kumsalda güneşlenmek isteyenler için özel olarak ayrılmış. Hayır biz o kadar cesur değildik, diğer tarafta bikinilerimizle güneşlendik. Çok çok güzel bir ada...Ilk defa zaman yetmedi. Vakit doldu, bu adadan hiç ayrılmamış olmayı dileyerek, taksimize binip, Fransız tarafını da gezerek gemimize geri döndük.


ST.CROIX VIRGIN ISLANDS
Charlotte Amalie

Resmi dil: İngilizce olmakla beraber az da olsa İspanyolca ve Fransızca da konuşulmakta.
Nüfus: Yaklaşık 110.000, bunun %76 ‘sı siyahtır.
Turizm en büyük geçim kaynağı olmakla birlikte, ülkede üretim sektörü; petrol rafineri işlemleri, rom ayrıştırma, tekstil, elektronik eşya, tıbbi ürünler ve saat üretimi sektörlerini içermektedir.
Amerikan doları kullanılmaktadır.

Frederiksted Gemimizin yanaştığı liman bölgesinden , merkeze doğru yürüdük, Market Street ve Queen street güya hareketli caddeleri, ancak oldukça sıradan ve cansızdı. Havanın sıcaklığına daha fazla dayanamadan, gayet yürüme mesafesinde bulunan ilk plajdan başladık yürümeye. Yanyana irili ufaklı pek çok tesisten, en çok hoşumuza gideni seçip, yerleştik. Ta ki akşam üstü gemimiz hareket edene kadar doyasıya kumsalın ve denizin tadını çıkardık.


Gemide son akşam yemeğimizi yerken hepimiz oldukça hüzünlüydük. Garsonlarımızla hatıra fotoğrafı çektirip, vedalaşırken hepimiz oldukça duygusallaşmıştık. Bir hafta gibi kısa bir sürede böylesine bizi etkileyen tüm mürettebat ve sayelerinde geçirdiğimiz mükemmel yolculuğumuzun sonunda bavullarımızla yeniden Porto Ricco’ya ayak bastık.


PUERTO RICO
San Juan

Aslında iki dil çatışması var. Halkın çoğu İspanyolca konuşmasına karşı 1993’den bu yana İngilizce’yi resmi dil kabul etmişler.
Nüfus: 4 milyon. Büyüme hızı çok yüksek. Son 50 yılda ikiye katlanmış.
Ram üretiminde lider. 450 yıllık bir Amerika sömürgesi olduğu için koloniyel bir ekonomi var. Amerika’nın elinin değmesiyle ekonomisi oldukça güçlenmiş durumda. Turizmden ziyade balıkçılık ve servis sektöründen geçinmekte.
Para birimi, Amerikan Doları.

Arnavut kaldırımlı sokakları, pastel renkli koloniyel binaları, demir ferforje balkonlu evleri, avluları ile enfes güzellikte restaurantları, barları, mağazaları ve müzeleriyle bir kere daha Puerto Rico...Bu bölge Unesco tarafından dünyada kültür mirası olarak seçilen yerlerden biri. Biz tam da bu bölgede yani gemiye binmeden önceki gecemizde kaldığımız Hotel Milano’da kaldık. Bölgeyi 3-3,5 saat içinde yürüyerek gezdik.
Salsa adadaki en populer müzik türü. Yürürken mutlaka bir yerlerden kulağınza takılacaktır, hatta sokak ortasında dans edenleri görürseniz de şaşırmayın. Dünyaca ünlü Ricky Martin de unutmayın ki bu adalıdır. Katma değer vergisinin olmaması, alışverişi cazip kılmakta.
Şimdi Hotel Milano’dan başlayarak yaptığımız yürüyüşte gördüklerimizi paylaşayım sizinle;
No 83 La Casita: (küçük ev) Kırmızı kiremitli, minyatür, pembe klasik bir bina, bu gün turizm information olarak kullanılıyor. Broşür ve harita almak mümkün, hafta sonları burada elişi pazarı kuruluyor.
Paseo Dela Prıncesa üzerinde, gölge veren ağaçlar, heykeller, çeşmeler, yiyecek ve içecek satan sokak satıcıları, tam bir piyasa yeri.  Taşıta kapalı yürüyüş yolunda sokak müzisyenlerine rastlamak mümkün.
No 82 La Aduana: (Gümrük binası) Büyük pembe gümrük binası solda.
No 81 El Arsenal: Eski ispanyol askeri kışlası, savaş kaybedilince Amerikalılar’a geçti, bugün kültür enstitüsü olarak kullanılıyor. 3 galeride muhtelif sergiler açılıyor.
Geriye dönüyoruz; Paseo Dela Prıncesa boyu yürüyoruz.
No 75 La Prıncesa: Eski hapishane, bugün turizm information ofisi ve sanat galerisi, öndeki bronz heykel 1946’dan 1968’e kadar valilik yapan Dona Felisa Gautier’e ait.
No 74 Raıces Fountaın&La Muralla: Çeşme ve surlar 1700’lerin sonlarında ispanyollar tarafından yapıldı.
No 32 Puerta De San Juan: 1630’lardan kalma, şehrin 5 kapısından biri. Bugün 3 kapı kalmış durumda, bu masif ahşap kapı dışarıya karşı her gece kapatılırdı.
No 73 La Fortaleza: Kapıdan geçip sağa dönünce Recinto Oeste caddesine geliyoruz. Dar sokakta merdivenle tırmanıyoruz, demir kapı  La Fortaleza (cumartesi pazar kapalı). İçeride orjinal bir sur daha var, ilk yerleşimcilerin 1533 yılında yaptıkları. Saat başlarında ingilizce ücretsiz rehberli tur var, bahçeyi, topları ve bir de şapeli gezdiriyorlar.
No 33 Museo Felısa Rıncon De Gautıer: Neo klasik bir bina, eski vali konağı, bugün müze olarak kullanılıyor. 1940-1960 arası dökümanları var. Hafta sonları kapalı.
No 31 Plazuela De La Rogatıva: Güzel manzarası var, heykel San Juan Bişopun’a ait 3 tane fenerli kadın.
Kuzey batıya doğru yürüyünce el morre koruluğu ve .....
No 29 Casa Rosa: Pembe bina 19.yüzyıl ispanyol kışlası, bugün devlet çalışanları için kullanılıyor.
No 1 Polvorın De Sta Elena: Sağda bacaları görünen powder magazin 19. yüzyıldan, ziyatere kapalı
Haritanın kuzey batı ucunda;
Fuerte San Felipe Del Morro: Dramatik duruşu ile mimarisiyle, atlantik okyanusundan San Juan koyuna giriş noktasında etkileyici surlar, hergün açık, giriş $2,00. 1539’dan kalma dünyanın en eski ispanyol kalesi, içinde küçük bir de askeri müze var.
No 2 Escuela De Artes Plastıcas: Güzel sanatlar akademisi gri ve beyaz renkli kırmızı kiremitli, güzel neo klasik yapı. Binanın solundaki avludan El Morronun manzarası var, bir de cafesi.
No 3 Instıtuto De Cultura Puertorıco Ena: Çok güzel restore edilmiş 19. yüzyıl binası, 1950’den beri kültürel çalışmalar yapılıyor, muhtelif sergiler tertipleniyor.
No 5 Parque De Beneficencia: (poor house park) Çeşmeli şirin bir park, haftasonu öğleden sonraları patencilerin uğrak yeri.
No 4 Casa Blanca: (beyaz ev) Demir kapılı, girişli 250 yıllık yapı, bahçedeki sedir ağaçları ve çeşmeler zinciriyle çok hoş. 1521’ de Ponce de Leon’un damadı yaptırıyor. Binayı gezmek isterseniz $2,00 kişi başı, bahçe ücretsiz gezilebiliyor.
No 6 Cuartel De Ballaja & Museo De Las Amerıcas: İspanyol askerlerinin aileleriyle kaldıkları askeri kışla burası,  girişi ücretsiz, kültrel gelişmeleri sergileyen bir müze olarak kullanılıyor, gezecek olursanız Santos kolleksiyonunu görmeniz özellikle tavsiye ediliyor.
No 7 Plaza Del Quinto Centenarıo: (Quincentennial Plaza) 1992’de, 10 milyondolardan fazla bir harcama ile yapıldı bu meydan ve Colomb’un bu bölgeye ziyaretinin 100. yılı münasebetiyle bu meydandan harika San Juan koyu ve Atlantik okyanusu manzarası görülüyor.
Cementerıo De San Juan: İlk yerleşimcilerin mezarlığı içinde neo klasik bir de şapel var. 1934 de Puerto Rico’nun bağımsızlığı için çalışan Harward Universiteli kimya mühendisi, avukat ve politikacı Albizu-Campos’un mezarı da en çok ziyaret edileni.
No 10 Plaza De San Jose: Bu küçük arnavut kaldırımı meydanda Juan Ponce De Leon’un heykeli var. Bu meydan eski şehrin en yüksek noktası. Etrafta özellikle Calle San Sebastian ve onu kesen Calle Del Cristo, çevresinde ise bir çok restaurant ve cafe ile bezeli. Öğle yemeği için iyi bir seçim olabilir.
No 9 Iglesıa De San Jose: Amerika’nın ikinci  en eski kilisesi, 1523’de dominikliler tarafından yaptırılıyor. Gotik tavanlar müthiş, bir de içinde şapel var. Virgin of Bethlehem heykelini görmek gerek. Cumartesileri  8.00-13.00 arası, Pazarları  8.00-12.15 arası açık.
No 8 Convento De Los Domınıcos: 16.yüzyıldan kalma bu dominik yapı önce İspanyol, sonra Amerikalı askerlerin kışlası olmuş, bugün ise kültür enstitüsü, zaman zaman müzik konserleri düzenleniyor. Pazartesiden Cumartesi dahil 9.00-17.00 arası açık.
No 15 Museo De Casals: Adından da belli olacağı gibi dünyanın en ünlü Cellisti  Pablo Casals’ın evi. Anne tarafından Porto Ricolu, baba tarafından Katalan olan ünlü Cellist. 1956’da buradan İspanya’daki Franco rejimine prostestolarda bulundu, müze tamamen onun hayatı ve eserleriyle alakalı, cumartesi günü 17.00’ye kadar açık.
No 14 Casa De Los Contrafuertes: (house of buttresses) Bu meydandaki son tarihi atraksiyon, giriş ücretsiz. 18.yüzyıldan kalma, adanın en eski koloniyel evi. Bugün Museo de Nos Raıze Afrıcanas adıyla anılıyor, adadaki batı afrikalı köklerle ilgili, mask, enstrüman, heykel, dökümanlar vs.
No 16 Museo De Arte E Hıstorıa De San Juan: (sanat tarihi müzesi) Eski çarşı binası.
Bugün müze,  Cumartesi 17.00’ye kadar açık, giriş ücretsiz.
La Perla: İnci demek, adanın incisi anlamındaki bu bölge güzel pastel renkli evlerle bezeli, atlantik kıyısı ve surlar boyu gidiyor, belki de adanın en güzel yeri
Fuerto San Crıstobal: 27 dönümlük bir alanda bu tarihi kale, köprüler, tüneller 6 geçit noktası var. 1634’te yapımına başlanıyor ve 100 yıl sürüyor. İçinde bir de küçük müze var, giriş $2,_ Eğer önceden El Morro’yu gezdiyseniz aynı bilet burada da geçerli oluyor, yeni bir bilet almaya gerek yok. Hergün 9.00-17.00 arası açık.
Plaza De Colon: (Colomb meydanı) Hava alanından gelişte şehre bu noktadan giriliyor.
50&51 El Casıno&Teatro Tapıa: Eski sosyete kulübü, bu neoklasik yapı, 19. yüzyıl’dan kalma dans kulübü.  Bugün vilayet binası gibi kullanılıyor.
Plaza De Armas
Bu cadde şehrin en yoğun caddesi. Cadde boyu, muhtelif mağazalar var. Şehrin merkez meydanına gelince, etrafta açık hava kafeleri, sokak müzisyenleri hoş bir hava veriyor.
No 39 Intendencıa: İdari bina
No 40 Dıputacıon: Delegasyon binası, meydana şıklık veren binalar bunlar.
No 24 Museo Del Indıo: İlk yerleşimci yerli halkla ilgili bu müze, giriş ücretsiz, cumartesi 16.30’da kapanıyor, pazar kapalı, müze binası çok küçük.
Catedral De San Juan: Dünyada bütün İspanyol kolonilerinde daima bu tarz İspanyol yapısı katedral mutlaka var. Her gün 8.00-16.00 arası açık. 1521 yapımı, gotik tavanları muhteşem. St. Pion’un ölü bedeni katedralin en çok ziyaret edilen bölümü, özellikle cumartesileri öğleden sonraları yeni evlilerin ziyaret yerleri.
No 34 Museo Del Nıno: (çocuk müzesi) Katedralin karşısında pembe ve yeşil bina, içeriyi gezmek bence gereksiz.
No 72 Parque De Las Palomas: (güvercin parkı) Buradan San Juan koyunun manzarası çok güzel.
No 76 Capılla Del Crısto: Küçük bir çapel,  sadece Salıları açık.
No 70 Casa Del Libro: Kütüphane binası; bir küçük müze gibi 5000 kitap ve tekst var. 2000 yıl geçmişe kadar dayanıyor, tatil günleri kapalı.
No 78 Casa De Ramon Power Y Gıralt: Yürüyüş turumuzun son noktası. 18. yüzyıl yapımı ev, bir zamanlar adliye binası olarak kullanılmış, bugün galeri olarak kullanılıyor.

Seyahatimizin sonunda 2 gunluk Newyork seruvenimiz var, fakat onu buraya sıkıştırmak istemediğim için, onu başka bir yazımda anlatıcam, sadece bu sıcak iklimden karlar altına inmek oldukça sarsıcı ama bir o kadar da enerjikti.


Gemide Merak edilenler ve Bilmeniz Gerekenler;

-Karayiplerde gemi sezonu için en uygun zaman Aralık-Nisan aylarıdır. Hatta Marttan geçe kalmamak daha garantidir. İklim itibariyle fırtına ve yağmura yakalanmak oldukça can sıkıcı olabilir.

-Gemide yemekler ücretsiz (özel bir kaç restaurant hariç), oldukça zengin bir açık büfe ve nerdeyse 7/24 açık, daima güncellenen çeşitler var.

-Bir de sabah ve akşam yemekleri için rezerveli masalarınızda, her gün değişen menu alternatifleriyle, garsonların servis ettiği, şık bir restaurantınız var. Burada belli bir kıyafet disiplini var, örneğin plaj terleği ya da şortla giremiyorsunuz.

-Gemiye ilk bindiğiniz gün benden size tavsiye hemen ilk iş o rezerveli restauranta gidip, masanızın yerini ve kimlerle oturacağınıza bir bakın. Eğer beğenmezseniz, başında müdahale çok önemli, genelde değiştiriyorlar. Ya da örneğin arkadaş grubunuzla geldiniz ve siz farklı, onlar farklı masada oturuyorlar, rica edip aynı masada oturmak istediğinizi belirtebilirsiniz, mutlaka yardımcı olacaklardır. Ancak dediğim gibi bunu ilk gün, akşam yemeği organizasyonundan önce halletmeniz gerekmekte, yoksa bütün bir hafta geminin en zevkli bölümlerinden biri olan akşam yemeklerini, arkadaşlarınız yerine, hiç tanımadığınız birileriyle paylaşabilirsiniz, ya da konumundan memnun olmayacağınız bir masada oturuyor olabilirsiniz.

-Alkollu içkiler, kola, soda gibi gazlı içecekler ekstraya giriyor. Ama makul fiyatlar. Onun dışında su, limonata, ice tea, çay ve kahve ücretsiz ve sınırsız.

-Belli özel alanlar dışında gemide sigara içmek kesinlikle yasak. Bizim balkonlu odalarımız olduğu halde, balkonda içmek yasaklanmıştı, ama laf aramızda biz biraz deldik o kuralı.

-Güvertede havuz kenarında hiç farkında olmadan güneşin kavuruculuğunda yanabilir ve ruzgarın etkisiyle bu ekvator güneşinden etkilenmediğinizi düşünebilirsiniz. Akşama da herşey çok geç olmuş, bir ıstakoz kıvamında kızarmış olabilirsiniz. Mutlaka korunun ya da güneş koruyucusu alın.

-Gemiye girişinizde tüm eşyalarınız ve siz x-rayden geçeceksiniz. Gemiye binerken yanınızda alkol var ise; el konuyor ve ta ki gemiden ininceye kadar sizin için saklanıyor. Ancak çok kalın poşetlere ve kıyafetlere sararsanız bazen farketmeyebiliyorlar. Denemeye değer bence, eğer ki balkonlu odanız varsa, çok keyifli oluyor.

-Gemide pasaport ve paranızı mutlaka odadaki kasalara koyun, zaten giriş esnasında size verilen gemi kartları, hem kamaranızın anahtarı, hem kimliğiniz hem de kredi kartınız yerine geçmekte. Bu nedenle de kaybetmemeye gayret edin. Özellikle gemiden iniş ve binişlerde o kart olmadan ne binebilir ne de inebilirsiniz.

-Adalara indiğinizde muhakkak geminin o adadan ayrışıl saatini çok iyi öğrenin ve kendinizi en az 30 dakika önce gemiye binecek şekilde ayarlayın, o saatten geç kaldığınız takdirde, gemi sizi beklemeden kalkacaktır.

- Her adaya inişte mayolarınızı içinize giymiş olmanızı tavsiye ederim zira her plajda kabin bulunmuyor.

 Bavulumuzun olmazsa olmazları:

- Gemide 2 özel gece var, biri kaptanın hoşgeldin gecesi, diğeri de veda gecesi. Bu iki gece de erkekler için smokin ya da en azından kravat ve takım elbise zorunlu, kadınlar için de tuvalet ya da abiye elbise. İsterseniz bu gecelere katılmayıp, geminin ust katındaki self servis restaurantında yemek de yiyebilirsiniz. Ancak ben katılmanızı öneririm zira eğlenceli oluyor. O nedenle mutlaka bavulunuza o gecelere uygun kostumlerinizi koymayı untumayın.

- Mayo, bikini, plaj terliği, güneş koruyucusu mutlaka alın. Havlu almanız şart değil, hijyen konusunda çok takıntınız yoksa gemi size isteğiniz doğrultusunda havlu veriyor. Ama İndiğiniz adalarda şezlonga bişey sermeden oturamayanlardansanız, en azından birer peştemal alın derim.

-Gemide Amerikan pirizi var ama volt 220 oldugundan, sadece uygun priz adaptörünü almanız yeterli.

-Fotoğraf makinası ya da kamera almanızda yarar var, bu kadar güzelliği görüntülerken, sadece cep telefonu kamerası yeterli gelmeyebilir.

-Genelde yürüyüş yapacağınızı varsayarak, rahat kıyafetler; şort, t-shirt ve spor ayakkabı ya da yürümekte zorlanmayacağınız terlikleri öneririm.

-Gemide sadece 2 özel gece var ama diğer gecelerde de şortla ya da terlikle yemek salonuna alınmadığı için, akşam yemekleri için daha formal kıyafetler almanızı öneririm. Tatile geldik hiç uğraşamam diyenler, oraya gittiklerinde, çogunlugun özendiğini görünce pişman olabiliyorlar ama yine de elbette tercih sizin. Kendi adıma; bütün gün şort, mayo, terlik salaşlığından sonra akşam üstü odama gelip, duş yapıp, süslenip püslenmek  hoşuma gidiyordu ve grupça buna çok özen gösterdik.

-Tabi bu bavul hazırlanırken genelde yurdumuzda ağır kış şartları yaşanmakta olduğundan, o yazlık kafasına geçmek kolay olmuyor, sizi çok iyi anlıyorum.

-Yapacağınız küçük alışverişleri de hesabederek cok dolu bir bavul yapmayın, tatilden alacaklarınızı düşünerek yer bırakın.

-Geminin her yerinde klimalar çalıştığı için mutlaka her giysinizle uyacak bir şal atmanızı öneririm.











26 Kasım 2013 Salı

Paris

Paris kimine göre bir aşk şehri, kimine göre eşsiz bir kültür sanat merkezi, kimine göre dünyanın başkenti, kimine göreyse gayet sıradan hatta gri, eski bir şehir. Ya çok sevilir Paris ya da hiç sevilmez. Her ruhtaki algısı, duruşu farklıdır. Bence en turistik, en estetik, en süslü başkent Paris. Bir caddenin başından baktığınızda kilometrelerce ilerisini görebilirsiniz.
Paris hakkında gezilecek yerleri anlatmak oldukça güç, çünkü dipsiz bir kuyu Paris. Kişisel ilginize ve kalış sürenize göre elbette değişiklik gösterir. Ama en azından gezip gördüğüm kadarıyla paylaşmak isterim.
Hep derim bir şehri tanımak için, yürüyerek gezmek gerek diye, Paris de yürümeye çok elverişli.
Pariste; Orly ve Charles de Gaulle  olmak üzere iki tane hava alanı var. Hangisine inerseniz inin alandan trenle şehre gelmek çok kolay. Alanda bavulunuzu aldıktan sonra “Rer B- Paris by Train” tabelalarını takip edin. “Billets Ile-de-France” yazan makinalardan kredi kartınızla ya da bozuk paranız varsa € 8,5 ‘ya bilet satın alabilirsiniz.
Kendinize bir an önce Paris sokak haritası ve metro haritası edinmenizi öneririm. Hatta bence gitmeden önce googledan bir harita bulup üstüne de gidilecek yerleri işaretlemeniz size hem zaman kazandırır, hem de kolaylık sağlar.
Otel bakarken Opera binası ve yakın çevresinde kalmaya çalışın. Hem merkeziyeti, hem gecenin bir vaktinde bile otele dönseniz güvenli olması, hem de oldukça canlı ve hareketli bir bölge olması burayı cazip hale getiriyor.


Opera Binası; Paris’in en büyüleyici binalarından biri. Tam karşısında yer alan Cafe de Paix de bu güzel binayı seyrederek bir kahve yudumlayabilirsiniz. Haussman Bulvarı Lafayatte ve Printemps alışveriş merkezlerinin de bulunduğu, pek çok cafe ve restaurantın da yer aldığı yürümesi oldukça zevkli bir cadde.



Louvre Müzesi; Paris’in büyüleyici sanat müzesi. Layıkıyla gezmeye kalkarsanız en az 2 gününüzü vermeniz gerekir. Vaktiniz yoksa bile dışardan o ihtişamı görmeden geçmeyin derim.
Concorde Meydanı; Fransanın ikinci, Parisin ise en büyük meydanıdır. Fransiz ihtilalinin önemli simalari bu meydanda idam edilmislerdir. Şehrin pek çok yerinden görülebilen dönme dolap da bu meydanın louvre müzesi'ne yakın tarafında kalır. Bu meydandan Champse Elysees caddesine rahatlıkla yürüyebilirsiniz. Parislilerin deyimiyle “La plus belle avenue du monde” yani dünyanın en güzel caddesini görmek isterseniz Champs-Élysées’(Şanzelize) ye yolunuz mutlaka düşmeli. Bir ucunda Place de la Concorde, diğer ucunda ise Place Charles de Gaulle (l’Étoile)’ün bulunduğu 2 km uzunluğunda ve kenarları kestane ağaçlarıyla kaplı lüks bir caddedir. 


Champs Elysees (Şanzelize) Paris’in en ünlü ve Fransızlar tarafından en beğenilen bulvarı. Pek çok ünlü markanın da yer aldığı, şık cafeler ve restaurantlardan oluşan caddeyi boylu boyunca yürüdüğünüzde karşınıza çıkan zafer anıtı, Arc De Triomphe ise kesinlikle görülmeye değer. Zaferlerini taçlandırmak isteyen Napoleon’un emriyle yapımı başlamış olan anıtta, 1. dünya savaşında ölen bir askerin mezarı ve hiç sönmeyen meşalesi de bulunmaktadır. Eğer gelmişken Şanzelize’de yemek yiyelim derseniz, dünyaca ünlü meşhur Bruksel markası Leon’da tencereyle midye yiyip, yanına seçtiğiniz midyeye uygun biranızı yudumlayabilirsiniz. Kesinlikle çok başarılı.



Paris’e gelip Eyfel kulesini görmemek elbette olmaz. Paris ile adeta özdeşleşmiş, Paris denildiğinde akla ilk gelen, gözümüzde ilk canlanan şeydir. Vakti olan, isteyen elbette o sıraya girip, yukarı çıksın, hatta tavsiyeye göre en tepeye kadar, ama 4. kez geldiğim halde hiç çıkmayı düşünmedim. Belki de Paris’i eyfelsiz görmeyi sevmediğim içindir. O nedenle Sacre Coeur’den Paris’i seyretmeyi tercih ve tavsiye ediyorum.


Sacre Coeur, Pigale metro durağının yukarısında, Montmartre’da. Pigale batakhaneleri, sex shopları ve Moulen Rouge gibi revüleriyle ünlü...Gece geç saatlerde yalnız başınıza yürümenizi tavsiye etmem ama kesinlikle görülmesi gerekir. Pigal’den Montmarte’a yurkarı tırmanıyorsunuz ama yol çok tatlı, sağlı sollu cafeler, butikler, souvenirshoplarla, anlamadan kendinizi tepede buluyorsunuz. Meşhur Scare Coeur katedrali tüm ihtişamıyla karşılıyor sizi, buraya aynı zamanda ressamlar tepesi de deniyor, irili ufaklı caz barların, cafe ve restaurantların yanı sıra adım başı ressam ve karikatürcülerin de yer aldığı bir tepe. Kuş bakışı tüm Paris’i izleme imkanı sunan bu tepe, nasıl ilham vermesinki ressamlara...Gerçi sadece manzara resmi değil, yanınıza gelip sizin karakalem resminizi yapmayı teklif edenler de olacaktır. Bu tepe bence hem gece hem gündüz görülmeli, yeterli vaktiniz yoksa gün batımına yakın gelip, güneşi batırıp, sonra da güzel bir Fransız şarabı eşliğinde akşam yemeğini yemenizi öneririm. Ben Le Ceni’s Restaurantta, kişi başı 19 € luk paket menü seçtim, hem başlangıç, hem ana yemek hem de tatlıdan oluşuyor ve bol alternatifiniz var. Özellikle başlangıç olarak soğan çorbasını tercih etmenizi öneririm, muhteşemdi.


Les Invalides; Bir mimari harikası, müze aynı zamanda Napolyonun mezarı. İhtişamlı, çok güzel bir bahçesi var. İçini gezmeye vaktiniz yoksa bile dışardan görmeye değer.
D’orsay Müzesi, nehrin hemen kenarında, Monet, Degas, Renoir gibi ünlü ressamların resimlerinin sergilendiği bina, eskiden tren garı olarak hizmet veriyormuş. Eğer yıllarca resimlerini kitaplardan gördüğünüz bu tabloların orjinallerini görmek isterseniz, kesinlikle kaçırmayın derim.
St .Germain bölgesi ismini St.Germain kilisesinden alır.  Paris’in en sevdiğim yerlerinden biridir. Hem çok Paris gibi, hem bambaşka. Küçük butikleri ve cafe brasserieleriyle ünlüdür. Yine aynı isimde sağlı sollu markaların yer aldığı mağazalarla ünlü bulvarı vardır. Hatta dünyaca ünlü Sorbonn üniversitesi de burdadır.
Paris’in en romantik yerlerinden biri de yine St.Germain bölgesindeki meşhur  Lüksemburg Bahçesi. 17.yüzyılda Lüksemburg Sarayı ve günümüzde Fransız Senatosu olarak kullanılan binanın da içinde bulunduğu Jardin du Luxembourg, sakinliğin, huzurun, estetiğin adresidir. Bir banka oturup, saatlerce vakit geçirebileceğiniz bir parktır, saat 18.00 de güvenlik sebebiyle kapanmaktadır, o yüzden çok geçe kalmayın derim.


Arkanızı Luxembourg bahçesine verip, Seine nehrine doğru dümdüz yürürseniz, Fransız Akamdemisinin heybetli yapısına ve araba geçmeyen üzeri asma kilitlerle kaplı meşhur (Pont Des Arts)  Sanatlar Köprüsüne çıkmış olursunuz. Burası Paris gençlerinin akşamları  populer buluşma mekanı. Aynı zamanda efsaneye göre Paris’e gelen aşıklar o asma kilitlere isimlerini yazıp, köprüye kilitleyip, anahtarını da nehre atıyorlarmış. Böylelikle sonsuza kadar kendilerini birbirlerine bağlamış oluyorlarmış.  Köprünün üzerindeyken, arkanızı akademiye donerseniz, karşınızda louvre sağınızda ise yine görmeden geçmeyin diyeceğim meşhur en eski tarihi köprü Port Neuf’u göreceksiniz. Yine o istikamette gözünüzü biraz daha ilerilere kaydırırsanız  Notre Dame katedraline  ulaşacaksınıuz..


 Notre Dame, Seine nehrinde bulunan Ile de la Cite adacığında doğmuş gotik bir katedral. Kapnın önündeki uzun kuyrukları takip ettiğinizde içeri giriş yolunu buluyorsunuz ama buna değer. Sadece içinde tuvalet ve asansör olmadığından yukarı çıkmak isterseniz iki kere düşünün derim. Civarda pek çok rakletçi göreceksiniz, eğer karnınız açsa mutlaka birine oturup, raklet yemenizi öneririm.Notre Dame’in hemen ön tarafında yerde meşhur Paris’in sıfır noktası diye bilinen bir taşı var. Rivayete göre buraya ayağını basan, mutlaka tekrar Paris’ e gelme şansı yakalarmış.


Ordan ayrılıp, nehrin hemen diğer tarafında şehrin yine bir mimari harikası olan belediye binası Hotel De Ville’in önünde fotoğraf çektirip, daha bohem tarafına yani Le Marais bölgesine doğru ilerliyoruz. Rambuteau caddesi üzerinden, Francs Bourgeois’e devam eden uzun  bir cadde. Victor Hugo’nun evi ve pek çok Parisli için şehrin en güzel meydanı olan Place Des Vouges yolumuza çıkıyor.


Place Des Vouges, sadece turistlerin değil Parisliler’in de vakit geçirmekten zevk aldıkları bir park. Dört bir yanı aynı mimariyle çevrili olan parkın manzarası tahmin edersinizki oldukça sıradışı ve güzel. O binalardan 6 numarada ise Victor Hugo’nun evi bulunmakta. Burdan çıkıp yolunuza aynı caddeden devam ettiğinizde meşhur Bastil meydanı sizi karşılıyor olacak.


15. Louis tarafından önemli kişileri cezalandırmak amacıyla bir hapishane olarak kullanılan Bastille, Fransız İhtilali dönüm noktasına ulaştığında, halk monarşinin sembolu olan bu hapishanesiyi basmıştı. Hemen gerisinde yeni Opera Binası uzanıyor.  Tarihi evler ve özellikle de vitrinler çok  zevkli.


Paris’in gece hayatını hiç bir gelişimde tam kavrayamadım, sadece size iki guzel bar tavsiye etmek isterim. Ilki Concorde meydanında ara sokaktaki Buddha Bar, diğeri ise Bastile meydanına giden yolda Barrio Latino.

Barrio Latino
46 Rue du Faubourg
St. Antoine, Paris, Fransa 
Tel: 01 55 78 84 75

Buddha Bar
8/12 rue Boissy d'Anglas
75008 Paris, FRANCE.
Tel: 01 53 05 90 00

Le Ceni’s Restaurant
7 rue du Mont Cenis
75018 Paris
Tel: 01 42 55 51 52

Leon De Bruxelles
63 Av. des Champs Elysées
En face de la FNAC
75008 PARIS
Tel: 01 42 25 96 16

9 Eylül 2013 Pazartesi

Adım adım tarih ve eğlence kokan şehir Prag

Bir şehri keşfetmenin en güzel yolu, elinde haritayla sokak sokak yürümektir. Prag, işte bu anlamda gezilmesi en kolay şehirlerden biri, tabi mevsim elverişliyse. Tamamen yürüyerek gezilebilen bir şehir olduğundan, kış aylarında gitmenizi tavsiye edemeyeceğim, zira ben de Temmuz ayında gittim ve çok ideal bir zamandı. Çek Cumhuriyeti, bir Schengen ülkesi olmasına rağmen henüz para birimini Euroya taşımamış. Ülkede Çek Kronu kullanılıyor. Ama elbetteki Euro bozdurabilirsiniz, ancak tavsiye etmiyorum. Kesinlikle Prag’a gitmeden burdan Kronlarınızı alın çünkü orda bozdurursanız daha düşükten bozuyorlar. Fazla para kaybedebilirsiniz. Buradaki döviz bürolarında yoksa bile sipariş üzerine ertesi gün getiriyorlar. Hesap yapmak da oldukça kolay 100 kron =10 TL.
Prag, Praha1, Praha 2, Praha 3 diye bölgelere ayrılıyor. Paraha 1 en çok gezilesi görülesi yerlerden oluşuyor ; Old Town ve New Town da Praha 1’de yer alıyor. O yüzden otelinizi seçerken tercihen 1.bölgede olmasına gayret edin. Ben şahsen 1. bölgede Paladium denen orta Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezinin bir kaç apartman yanındaki Hotel Century Old Town’da kaldım. Eğer merkeze yürüme mesafesinde değilseniz de, metroyla Mustek Metro durağında inerseniz tam merkeze gelmiş olursunuz.
Şehri gezmeye başlamadan önce kaldığınız otelden bir harita isteyin ve size bulunduğunuz yeri ve gezeceğiniz yeri en azından Old Townu ve New Town’u üzerinde işaretlemesini rica edin.


 Old Town(Stare Mesto); 6.yy’dan beri varlığını sürdürmekle beraber, 14. yüzyılda yaklaşık bugunkü halini almıştır. Old Town meydanı; 10.yy’da Pazar yeri olarak kurulan meydanı, bugun şehrin kalbi olmuş. Astrolojik saat kulesi, Jan Hus’un anıtsal heykeli, Tyn ve Aziz Niklaus Kiliseleri, Eski Belediye Sarayı, kafeleri ve restaurantlarıyla şehrin en kalabalık yeri. Özellikle astrolojik saat kulesi, her saat başı yaptığı mini gösterisiyle pek çok turistin ilgi odağı olmayı başardı. Old Town meydanındaki pek çok sokak sadece yayalara açık olduğundan, yürümek çok rahat ve keyifli.



Meydandan Charles köprüsüne doğru yönelin. Charles köprüsü (Karl Köprüsü de denmekte) de sadece yaya trafiğine açık olduğundan hem çok keyifli bir yürüyüş yolu hem de üzerinde bulunduğunuz Vltava Nehrinin en ünlü köprüsüdür. Bu köprüyle şehrin diğer tarafına ve meşhur Prag kalesinin ihtişamına kavuşmuş oluyorsunuz.


 
Yürümeyi sevenler için kaleye tırmanmak oldukça keyifli. Prag kalesi pek çok gezgine göre; Pragdaki görülmesi gereken yerlerin en başında geliyor.  Haksız değiller, çünkü dünyadaki en büyük tarihi kale olma ünvanını taşıyor ve gerçekten büyüleyici bir ihtişama sahip.
Kale muhafızlarının görev değişimi seramonisi her saat başı izlenebilir. Kale içerisinde gotik Saint Vitus Katedrali, bir manastır, birçok kule ve sarayın kanatları bulunmaktadır.

Kalenin ilerisine yürümeye devam ederseniz (kale kapısına arkanızı verip) hediyelik eşya mağzalarını ve dizi dizi sıralanmış cafe&restaurantları görürsünüz. Burası sanki şehirden bağımsız küçük bir kasaba gibi.











Artık yorulduğunuzu hissettiğiniz anda, geldiğiniz Charles köprüsünden dönerken, henüz başında sağ tarafta gördüğünüz merdivenlerden aşağıya inin ve Lenon Wall’u sorun, ordaki herkes hemen gösterecektir.




Rengarenk grifitlerle dolu bir duvar, hem onu görün, hem de oraya giderken yolunuzun üzerine çıkacak herhangi bir cafe&pub’tan birine oturup, dinlenin, hepsi çok keyifli...Bu arada eğer birayla aranız iyiyse zaten anavatanına geldiniz, Kozel ve Staropramen benim tavsiylerim. Sabahın ilk saatlerinden itibaren yollarda elinde bira içenleri görmeniz mümkün.




Old Town’dan rahatlıkla NewTown’a yürüyebilirsiniz. Sizi Wenceslas Meydanı ve meşhur alışveriş caddesi karşılar. Ortaçağda at pazarı olarak kullanılan bu bölge, 19.yüzyılda bugünkü halini almıştır.
Prag, geceleri de oldukça hareketli bir şehir. Müzikaller, operalar ve kukla tiyatroları Prag geceleri için oldukça popüler alternatifler, ancak bunun dışında publar, gece klüpleri ve özellikle de strip klüpler oldukça populer bu şehirde. Geleneksel bir puba gidip, farklı biraları deneyebilirsiniz. Old Town’da bulunan Roxy, kalabalık ve çeşitli insan gruplarının geldiği bir gece kulübü. Elektronik müzik ve dj performanslarıyla ünlü olan Roxy gecenizi hareketlendirmek için güzel bir seçenek.


Yine başlangıç için iyi bir alternatif olan James Dean Cafe&Bar& Restaurant üçlemesinde oldukça iyi bir alternatif.  Strip klüp olarak en iyi tartışmasız tek isim Darling Cabaret. Burası gelmişken felekten bir gece çalmak isteyenler için tek adres diyebilirim. En pahalısı, ama çok nezih. Yine de İstanbul’daki bir eğlence mekanıyla karşılaştırırsanız gayet makul kalıyor. İçerde masada oturmanın bedeli şişe açtırmak, yaklaşık 300 TL ‘ye bir şişe viski, ya da cin açtırmanız mümkün(cin içecekseniz toniklere ekstra yüksek ücret alıyorlar, dikkat edin) , hele de 3-4 kişiyseniz zaten daha mantıklı ve ekonomik oluyor.



Karlov Vary: Prag’ta tüm bunları yaptıktan sonra, hala vaktiniz kaldıysa bu sevimli kenti mutlaka görmelisiniz. Prag’tan günü birlik otobüsle (2 saat sürüyor) gidip gelmek mümkün, bazı turizm acentaları, tur da düzenliyor, ancak ben bağımsız gitmenizi öneririm. Burası ülkenin batısında, yer altı kaynaklarıyla ünlü, ülkenin Prag’tan sonra gelen en popüler şehri.

Faydalı Not: Yemenin içmenin bu kadar ucuz olduğu bu şehirde, su oldukça pahalı, Lidl gibi süper marketlerden ucuza bulabilirsiniz. Bira bile sudan ucuz, hem de çok ucuz.
Önemli Not: Yasalar gereği turist olarak yanınızda pasaport bulundurma zorunluluğunuz var aksi halde ciddi bir para cezasıyla karşılaşmanız mümkün.
Bir Uyarı: Prag’da garsonlar alışılagelmişin dışında davranış sergileyebilirler, sinirlenmeyin. Müşteri daima haklıdır, ya da kibar olmalıyım gibi bir algıları olmadığı gibi, kendi modlarına göre davranırlar, çok cici ve güler yüzlü de olabilirler, suratsız ve nobran da...Üzerinize alınmayın.

Bahsi geçen yerlerin iletişim bilgileri:

Hotel Century Old Town: Na Porici 7 Prague 1, Prague
Roxy: Dlouha 33, Old Town, Prague1
James Dean: V kolkovně 922/1, 110 00 Praha 1, Çek Cumhuriyeti
Darling Cabaret: Ve Smečkách 597/32, 110 00 Praha 1-Nové Město



25 Temmuz 2013 Perşembe

Kısa kısa Cunda Adası



Cunda'ya denizden bakış
Cunda deyince akla ilk önce rum evleri, taştan yolları ve nefis lezzetleri geliyor. Zamanında rumlar yaşadığı için  nerdeyse bütün evler eski rum evi ve bu Cunda’nın dokusunu çok başka yapıyor. O yüzden Cunda’da nerde kalırsanız kalın mutlaka bir Rum evinde kalın. Moshinos Otel bunlardan sadece biri...

Cunda çok zengin bir mutfağa sahip, yemek içmeyi sevenlere özellikle tavsiye edilir. Sahilde dizi dizi balıçıkları, birbirinden güzel ege yöresine has mezeleri, sarmaları, sakızlı dondurması, meşhur ada lokması olmazsa olmazları.

Taş Kahve


Balık restaurantlarından farklı olarak adanın belki de en eski yeri Taş Kahvesi. O taş kahve gerçek bir kıraathane, ancak yaz gelince oldukça da turistik bir hal alıyor, tüm gün cıvıl cıvıl, boşalmak bilmiyor sandalyeler... Kahvaltısından, ada çayına, sakızlı kahvesine kadar, yüksek tavanlı ihtişamlı ve en azından bir kahvelik oturmalık bir mekan.

Adanın başlıca en meşhur, en çok tercih edilen ve en pahalı plajı Ortunç Beach Club. Harika sahili ve lezzetli öğle yemekleriyle, oldukça şık ve konforlu bir plajı olan otelde arzu ederseniz kaladabilirsiniz ancak Cunda ruhunu yaşamak için ben oraya sadece plaj için gidip, tarihi bir rum evinde kalmanızı ısrarla tavsiye ediyorum.

Cunda'nın ara sokakları

Cunda’nın arka sokakları surprizlerle dolu, yeterki siz kaybolmak isteyin. Şarap evlerinden, rum tavernasına, girit mutfağından, mis kokulu pastanelerine, zeytinyağcılardan, incik boncukçulara kadar herşey bu küçük adada gizli. Özellikle balıkçıların sonundan arka sokaklara doğru ilerledikçe sağlı sollu açılmış renkli bijuteri tezgahları oldukça keyifli...

Koç Müzesi


Cunda’nın en güzel yerlerinden biri;  yüzyıllar önce manastır ve kilise olarak kullanılmış bir mekan şimdi Koç müzesi haline gelmiş durumda. Cunda’yı tepeden görme şansı da yakalayabileceğiniz bu yeni restore edilmiş Rahmi Koç müzesini görmeyi sakın ihmal etmeyin. Müze olmasının yanı sıra, panaromik manzarasıyla ve cafe-restaurant hizmetiyle de görülmeye değer bir mekan.

Özetle bir gün;

Günün ilk ışıklarıyla uyanan bu adada Taş kahvede ya da arka sokaklardaki Ayna’da kahvaltıyla güne başlayabilirsiniz.
Koç müzesinde manzaraya karşı bir kahve ya da limonatanızı yudumladıktan sonra kendinizi Ortunç Plajının serin sularına bırakabilirsiniz.
Akşam üstü Cunda’nın arka sokaklarını keşfedebilir, yorulunca da Ada dondurmacısından sakızlı, balbademli bir dondurmayla içinizi serinletebilirsiniz.
Akşam ise sahildeki balıkçıların hepsi birbirinden güzel olmakla beraber Deniz Restaurant’a gidip egenin yöresel yemeklerinin ve balığının tadına bakabilirsiniz.
Hala yorulmadıysanız gece mis kokulu bir Moshos Tavernada rum müzikleri dinleyip, mistik otelinize dönebilirsiniz.



Midilli Adası


Midilli'nin merkezi
Ayvalık, Dikili ve Foça’dan feribotla Midilli’ye kolaylıkla geçebilirsiniz. Biz zaten önden Ayvalık’ta tatilimizi yaptığımız için ordan geçmeyi tercih ettik. Ayvalık’tan  Midilli’ye pek çok tur şirketi tur düzenliyor. Ancak biz tur almadan bağımsız hareket etmeyi tercih ettik. Turyol’un feribotlarıyla yaklaşık 1,5 saat süren bir yolculukla kendimizi Midilli’de bulduk. Turyol dışında Jale de Turyol gibi hemen aynı gün ve saatte Ayvalık gümrükten kalkıyor. Günü birlik gidecekseniz vizeye ihtiyacınız yok, ama biz kalmalı gitmek istediğimiz için İstanbul’dan vizemizi aldık. Feribot biletleri Ayvalık’ta gümrük’ün hemen karşısında Turyol acentasında satılmakta. Bazı gün iki sefer bazı gün tek sefer var, biz günü kazanmak için sabah 09.00 seferini tercih ettik. En önemli hatırlatma(!) yanınızda mutlaka bol bol euro taşımanız gerekmekte, çünkü belli başlı bir kaç butik ve mağaza dışında adanın hemen hiç bir yerinde (kaldığımız otel dahil) kredi kartı malesef geçmemekte. Midilli Yunanistan’ın 3.büyük adası, bir adadan çok büyük bir şehir gibi. O yuzden tavsiyem bizim gibi araba kiralamanız. Bunu da seyahatinizi planlarken oraya gitmeden yapmalısınızki orada araba kalmadı gibi bir surprizle karşılaşmayınız. Arzu edenler kendi arabalarıyla da feribotla geçebiliyorlar ancak o zaman prosedur cok uzuyor. Uluslararası ehliyetten, aracın sigortalanmasına kadar maddi manevi bir işlemler silsilesi...


Molyvos
Midilli’ye vardığımızda bizi boydan boya bir sahil dizi dizi cafeler, restaurantlar ve küçük dükkanlar karşıladı.
Gümrükten geçer geçmez, hemen arabamızı kiraladığımız acentayı bulduk ve arabımızı alarak adanın tereddütsüz en güzel yeri olan Molyvos’a sürmeye başladık. Kaloni üzerinden yaklaşık 1 saatlik bir yolun ardından Molyvos’a vardık, (yanınızda mutlaka harita olsun, acentalardan istemeyi unutmayın) otelimiz ; Marianthi Toroz Rooms & Studios. Oteli www.booking.com ‘dan ayarladık, geceliği 35 Euro, kahvaltı yok ama oldukça şirin, temiz bir otel fakat konfor ve luks arayanlar için doğru adres değil.



Marianthi Toroz Rooms&Studios
Oteliniz ne olursa olsun kaldığınız yer Molyvos’ta olsun. Molyvos limanı, irili ufaklı rum evleri, taşlı ve bol yokuşlu yollarıyla ve ihtişamlı kalesiyle hayran kalınacak bir köy hatta kasaba. Deniz kenarında dizi dizi restaurantlar var, hepsi birbirinden güzel, fazlaca turistik, biz tercihen en yerel ve turistik olmayanına oturduk, hemen önü deniz ancak kumdan denize girmeye alışık olanlar için fazla taşlı gelebilir. O zaman hemen Molyvosa 5 km uzaklıktaki Petra köyüne gidebilirsiniz ki biz öyle yaptık, orası kumdan denize girmeye elverişli, bir kaç tane yan yana plaj ve tesis var, canınızın çektiğine gidin.


Petra Plajları
 Molyvos tamamen yürüyerek gezilesi bir yer tüm yokuşlarına rağmen. Sağlı sollu turistik mağazalar, şık butikler, irili ufaklı cafeler, geze geze kendinizi kaleye kadar çıkmış buluyorsunuz. Akşam yemeği için iki güzel tavsiyem var; ilki bu yokuşlardan birinde dev bir çınar ağacının altında oturup, uzonuzu içip, nefis yunan yemekleri yiyebileceğiniz Tropicana Restaurant. Diğeri limanda, denizin dibinde, yan yana dizilmiş restauranlardan adı Octapus olanı. İkisinin de çok geniş bir menüsü var, Octapus daha çok deniz ürünleri üzerine, Tropicana’da dana, domuz ve kuzu etinden yapılmış spesiyaller de mevcut. İkisinin de mezeleri çok başarılı...



Octapus Restaurant
Tropicana Restaurant
Hemen merkezde Congas Beach Bar mutlaka görülmeli...Hatta gün batımında bir akşamüstü içkisi içilmeli, biz o kadar beğendik ki, taşlı denizine rağmen yarım günümüzü burda geçirdik. Çok özenle dekore edilmiş bir bar, aynı zamanda gündüz yarı plaj.
 

Congas Beach

Molyvos’tan başka adanın diğer taraflarını görmek için tavsiye isterseniz; Kalloni ki zaten burası Midilli’nin merkezine dönerken de mecburen önünden geçeceğiniz bir yer, mutlaka uğrayın. Midilli’nin merkezi yani feribotun yanaştığı bölge boylu boyunca sahiliyle gezilmeyi hakediyor. Bunun dışında çok geleneksel bir köy gezmek isterseniz daha güneyde Agiasos’u ziyaret edin. Hala vaktiniz kaldıysa virajlı ve bozuk yollara da aldırış etmezseniz Plomari’de denize girebilir, gün batımında oranın yerel restaurantlarından birinde güneşi batırabilirsiniz.

Agiasos

İki gecelik Midilli servüvenimiz çok güzel anılarla Turyol’un feribotuna binerek son buldu.


Bahsi geçen yerlerin iletişim bilgileri:

TROPICANA Cafe - Restaurant
Kyriakou Square
Molivos, island of Lesvos, TK-81108, Greece
Tel: +30-22530- 71869, E-mail: info@unique-molivos.com


THE OCTAPUS Restaurant
Tzanetos Vamvoukos
Molivos' Harbour,
Lesvos island, Greece, TK-81108
Tel: +30-22530-71317, E-mail: contact@octapus-restaurant.com


CONGAS Beach&Bar
Molyvos Lesvos
81108
Greece
Tel: +30 22530 72181, Email: info@congas.gr


MARIANTHI TOROZ Rooms&Studios
Molivos, Lesvos Island, TK 81118,Greece
Tel:+30-22530 71147, Email:toroz@otenet.gr